Deniz Gürsoy
Gönül ne kahve ister ne kahvehane,
Gönül muhabbet ister, kahve bahane
Anonim
Kahve İstanbul’a ilk kez 1543 yılında geldi. Ancak hocalar keyif verici madde içerdiği ve kavrulan gıdanın gıda hüviyeti kalmadığından sağlığa zararlı bulunduğu gerekçesiyle karşı çıktılar. Devrin Şeyhülislamı Ebusuud Efendi’nin fetvası üzerine kahve yüklü iki gemi, daha boşaltılmadan İstanbul limanında yükü ile batırıldı.
Peçevi tarihi’ne göre 1554’te Hakim adlı “herif” Halep’ten Şems adlı bir “zarif” kişi de Şam’dan İstanbul’a kahve getirdiler ve Tahtakale’de açtıkları iki ayrı dükkanda kahve pişirip halka satmaya başladılar. İstanbul’un ilk kahvehaneleri bunlar oldu. Bütün yasaklamalara rağmen kahvehaneler yaygınlaştı. İlk dönem kahvehanelerin yüksek tavanları ve içerde ya da dışarda (bahçede) tam ortada fıskiyeleri vardı. Bu arada İstanbul’a getirilen kahvenin Yemen’den geldiğiniz hatırlatmakta yarar var.
Avrupa’nın kahveyle tanışması ise, İstanbul’a uğrayan gemiciler aracılığıyla oldu. Bu gemiciler sayesinde kahveyle tanışan Venedik, Papa’nın karşı çıkmasına rağmen kahveden vazgeçemedi. Hatta kahve o kadar yaygınlaştı ki, 16. Yüyılda yanlızca kahve satmak için “Bottege”ler (kahvehaneler) kuruldu. Bottege’lerde kahve dışında sandviç ve soğuk yemekler satışına daha sonraları başlandı.
Fransızları’ın kahve ile tanışması, ilk Türk elçisi Müteferrika Süleyman Ağa aracılığıyla 1669’da gerçekleşti.
1672’de Paris’te Pascal adlı bir Ermeni, Saint-Germain pazarında kahve satmaya başlar. Ancak Paris’te ilk kahvehanenin açılması için 1686’da Pascal’ın 11 yıl garsonluğunu yapmış olan Palermolu Francesco Procopio dei Coltelli’nin Fosses-Saint-Germain (şimdiki Rue de I’Ancinenne-Comêdie) sokağında Café Procope’u açması beklenecekti. Bu Café hala faaliyettedir.
Kahvenin Avrupa’da yaygınlaşması birkaç yıl sonra Mehmed Ağa’nın Viyana’da elçi olarak bulunmasıyla oldu.
Londra’da 18. Yüzyıl başında en popüler kahve “Turk’s Head” idi yani Türk Başı. Şu an da dünya çapında popüler antikacı olan Sotheby’s ve Christies’in ticari faaliyetlerine Londra’daki Türk kahvelerindeki ufak odalarda başlanmıştı. Edward Lloyd’un sahibi olduğu Johnatan’s kahvehanesi o kadar çok gemi sahibi, kaptan, tüccar ve sigortacı ile doldu ki sonunda bugünkü dünya denizciliği sigortacılığının bir numaralı adı ve gemicilik borsası Lloyd’s , iste o kahvehanede doğdu.
Kahve, Müslümanlar’a yasaklanmış olan alkollü içkilerin yerine bir rahatlatıcı içecek konumunu aldığından dolayı kısa sürede bu kadar yaygın kullanıma erişebilmiştir. Ancak, bu görüş kahvenin diğer dinlere mensup kişilerce rağbet görmesinin nedenini açıklamaya yeterli değildir.
Kahvehaneler, özellikle ilk zamanlarında teokratik ya da totaliter rejimlerde yegane toplanma yeri olan camii ve kiliselere, halkın bulduğu alternatif çözüm olarak yerini almıştır. Halk orada istediği gibi konuşabilmekte, eşit şartlarda fikir alışverişinde bulunabilmektedir.
1580-1830 yılları arasında kahvehaneler, kahvenin yanı sıra tütün ve afyon kullanılması ya da buralardaki sohbetlerde yönetimin eleştirilmesi, eleştirilmese bile eleştirilebileceği kuşkusuyla çeşitli yasaklamalara uğradı. Bu kahvehaneler bazen kapatılabildiği gibi, IV.Murat zamanında (1624-1640) olduğu gibi yaktırıldığı bile oldu. Kimi zaman da berber gibi değişik işlevlere dönüştürülerek çalışmalarına göz yumuldu.
En son 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması sırasında kahvehaneler bir kez daha kapatıldıyda da kahve içmek serbest bırakıldı.1830 yılında ise kahvehane yasağına tamamen son verildi.
Dünya çapında yegane markamız olan “Türk Kahvesi”ni bir tek Mark Twain’e beğendirememişiz. 1867 yılında İstanbul’a gelen ünlü yazar, gezi sonrası yazdığı kitapta söyle diyor: “Ardından şairlerin kuşaklar boyu vecd içinde övdükleri dünyaca ünlü Türk kahvesi geldi. Doğu lüksüne ilişkin düşlerimden kalan son umutla kahveye sarıldım. Bu da başka bir aldatmacaydı. Dudaklarıma değen kafir içecekleri arasında en berbatı Türk kahvesi.”
[1] 2 sonraki sayfa »